KOMPLO TEORİLERİ

 

YAKUP BAROKAS – YAŞAR LEVENT




Her hakkı saklıdır.

Bu yapıtın aynen ya da özet olarak

hiçbir bölümü, yazarından yazılı izin

alınmadan kullanılamaz

TEMMUZ2021

yakupbarokas@gmail.com

yaşarlevent@gmail.com

DÜZELTİ: Nelly Barokas

 

 



GİRİŞ

1996 yılında Yaşar Levent ve Yakup Barokas birlikte hazırladığımız bu konferansın aradan 25 yıl geçmesine rağmen güncelliğini yitirmediğini gördük.

Siyon Liderleri Protokolleri kitabının yeni baskıları belki artık raflarda daha az görülüyor. Ne var ki kitabın yaydığı fikirler geniş halk kitleleri tarafından daha fazla benimsenir oldu.

Hatta son yıllarda komplo teorilerinin sadece antisemit amaçlarla değil, özellikle bazı gelişmiş ülkelerde siyası bir enstrüman olarak da etkin bir şekilde kullanıldığına tanıklık ediyoruz.

Bu gözlemlerin ışığında çalışmamızı gözden geçirerek sosyal ağlarda paylaşmayı uygun gördük. Bunu yaparken konferansın aslına sadık kaldık, önemli bir güncellemeye gitmedik.  

Ancak son yıllardaki gelişmeleri içeren protokollere ilişkin bir kronolojiyi çalışmanın sonunda Ek-1 ve Türkiye’deki durumu Ek-2 olarak aktarıyoruz.

KAVRAM

Komplo teorisi, bir olayın veya durumun diğer açıklamalar daha olanaklı iken genellikle farklı politik güdülere sahip, kötücül ve güçlü grupların komplolarına başvurularak açıklanmasıdır. (1)

Komplo teorileri, yanlışlamaya direnirler ve döngüsel akıl yürütme ile pekişirler: hem teoriyi yalanlayan bulgular, hem de teoriyi yalanlayan bulguların doğruluğuna dair kanıt olarak yorumlanır ve bu da komploların kanıt alanından inanç alanına geçmelerine yol açar. (2)

Örneğin ABD Doları banknotu üzerinde yer alan her şeyi gören göz sembolü, bazılarınca Amerika’nın kurucularının ve İlluminati’nin dahil olduğu bir komplonun varlığının kanıtı olarak görülmüştür.

Psikolojik düzlemde, Makyavelizm ve paranoya ile komplocu düşünüş arasında yüksek seviyeli bir ilişki saptanmıştır. (3)

Komplo, birilerine karşı yapılan gizli bir anlaşmadır. Tertip veya fesat olarak da bilinir.

Komplo tanımı itibariyle bir azınlık işidir. Azınlık ise “yabancıdır”; ya yabancılardan oluşmuştur, ya da yabancı güçlerle ittifak, işbirliği içindedir. Diğer bir deyişle komplo deyince o işte mutlaka “yabancı parmağı” aramak gerekir.

Bir azınlık komplo ile ve en önemlisi yabancılarla işbirliği ile suçlanır suçlanmaz derhal, başka bir şey aramaksızın suçlu tepelenmeye müstahak addedilir.

(1)  Goertzel, “Belief in Conspiracy teheories”, 1994, s. 731-742

(2)    Barkun Michael (2011). Chasing Phantoms: Reality, Imagination and Homeland Security Since 9/11. University of North Carolina Press. S.10

(3)     Douglas Karen M; Sutton Robbie M. (2011) PDF, British Journal of Social Psychology s. 544-552 

Ne yazık ki komplo teorileri tüm çağ dışı görünümüne ve izlerini ortaçağ karanlıklarına kadar sürebilmemize rağmen bir eylem yöntemi, gerçek bir teori olarak belirlenmesi yirminci yüzyıla rastlar. Komplo teorilerinin en korkunç uygulaması Holokost, Yahudi soykırımıdır.

Ancak “komploculuk” ifadesinin popülerliği 1980’lerde akademisyen Frank P.Mintz tarafından artırılmıştır. Mintz’e göre komploculuk, “tarihin akışında komploların önceliğine duyulan inanç” anlamına gelir. (4)

Komplo teorileri genelde halkı ikiye ayırır. Bir bölümü temiz, diğeri kirlidir.

Bu bir tiyatro oyununa benzer. Bir topluluk iyiliksever iken, karşıtları kötülerdir. Entrikalar çevrilir, korkular, fanteziler ve gizli niyetler ifade eden karakterler yaratılır. Aynı nefreti paylaşan iki yüzlü kişiler, gizli düzenlerini gerçekleştirmek için bir araya gelirler. Sahip oldukları güçleri toplumun zararına kullanmaya başlarlar.

Bu kişilerin günlük hayatta uyumlu bir şekilde davrandıklarına, hukuka saygı gösterir gibi göründüklerine aldanmamak gerekir. Bu sadece bir maskedir. Bir piyesteki oyuncular gibi rolleri paylaşırlar ve perde arkasında işleyecekleri cürümleri hazırlarlar. Geride ipleri ellerinde tutan, her zaman gizlenmiş ve her şeyi kontrol eden bir sahneye koyucu vardır.

                   

Bir tarafta dürüst işçi, iyi aile reisi, partisine sadık bir kişinin, diğer yandan bir fesatçı, bir vatan haini veya yabancı bir gücün ajanının olabileceği kabul edilir. Komploda bir araya getirilen kimseler ise birer birey olmanın ötesinde, Siyonizm, Masonluk gibi bir topluluğun üyeleridir. Amaç ise dünya hakimiyetini kurmaktır.

4)Goertzel, “Belief in Conspiracy teheories”, 1994, s. 731-742

TÜRLERİ

Komplo teorilerinin genelde en yaygın uygulaması yukarıda tanımlanan türü olmasına karşın değişik düşünürler farklı sınıflandırmalara gitmişlerdir.

Reason dergisi editörü Jesse Walker beş çeşit komplo teorisi tanımlamışken (5) Michael Barkun üçlü bir ayırıma gider:

·      Olaylarla ilgili komplo teorileri sınırlı ve iyi tanımlanmış olaylara işaret eder. Bu tür komplo teorilerine örnek olarak Kennedy suikastı, 11 Eylül ve AIDS’in günümüzde de de Corona’nın yayılmasıyla ilgili olanlar örnek verilebilir.

·  Sistemik komplo teorilerinde komploların geniş amaçları olduğuna ve bir ülkenin, bölgenin veya tüm dünyanın kontrolüne sahip olduğuna inanılır. Bu tür komplo teorilerinde amaçlar kapsamlı olsa da komploların işleyiş biçimi genellikle basittir: kötücül, tek bir organizasyon mevcut kurumların içine sızmaya ve kurumları yıkmaya yarayacak bir planı yürürlüğe koymuştur. Bu tür senaryolar; Yahudilerin, Hıristiyanların, Masonların ve komünizmin sözde entrikalarına odaklan komplo teorilerinde yaygın görülür. (6)

ÜÜst komplo teorileri veya süperkomplo teorileri Barkun’a göre      çoklu sözde komploları hiyerarşik bir biçimde birbirine bağlar. En tepede uzak ama her şeye gücü yeten kötücül bir güç mevcuttur.

Güngör Mengi Sabah Gazetesinde yayınlanan bir başyazısında şöyle yazar; (1996)

“Başbakan Erbakan, geçen hafta ülkemizde yapılan İslam Birliği takip komiteleri toplantısında konuklarını üç bin yıl öncesine kadar giden gizli bir dünya devletinin dünyayı yönettiği konusunda uyardı. Erbakan’a göre bu Yahudi kökenli bir melanet organizasyonudur ve bindiğimiz uçağa ve gemiye ödediğimiz paraların yüzde onu bu görünmeyen güce gider.”

Görüldüğü gibi bu sözler basit antisemit bir ifadeden öte açıkça yukarıda belirtilen şekilde komplo teorisinin dile getirilişidir. Ne var ki komplo teorilerinin münhasıran Yahudilikle ilintilendirilmemesi gerekir.

(5) Goertzel, “Belief in Conspiracy teheories”, 1994, s. 731-742(6)Barkun Michael (2011). Chasing

(6) Phantoms: Reality, Imagination and Homeland Security Since 9/11. University of North Carolina Press. S.10

İĞNELİ FIÇI

Biz yine de kısaca, 20. yüzyıla oranla, komplo teorilerinin amatör bir şekilde kullanıldığı geçmiş yüzyıllara bir göz atalım. Hepimizin “iğneli fıçı” diye bildiği ilkel, ama yine de tüyle ürpertici gerçek öykülere…

Kaynak kitabımız, ünlü bir antisemit olan Cevat Rıfat Atilhan’ın 192 sayfadan oluşan “İğneli Fıçı” adlı yapıtının 1958 yılındaki baskısı olacaktır. Kitabın ilk baskısı 1937’de gerçekleşmiştir.


Atilhan konuya şöyle bir giriş yapıyor: “ İğneli fıçı… acaba bir efsane, bir yalan ve yahut bir iftira mı? İnsanoğlu, hele din ve mukaddesat namına insan öldürür, onun kanını içer mi? İçimizden pek çokları, aklın, mantığın ve bilhassa vicdanın hazmedemediği bu hikayeleri, yaramaz çocuklar için uydurulmuş masallar zannedebilir.”

Oysa Hamursuza ait cinayetler çoktur ve malumdur” diye devam eder Atilhan. Ona göre; Talmud, mensuplarına, Yahudi olmayanların katlini emreder… Arkeolojik kazılarda, İbrani mabetlerinde çocuk cesetlerinin bulunduğu resimler çekilmiştir… Yahudi'nin nihai gayesi, Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı yok etmek, Yahudi saltanatını kurmaktır.

Yahudilerin cinayet ayinleriyle ilgili iki mukaddes bayram günü vardır. 1) Purim Bayramı, 2) Musevi Paskalyası. Purim Bayramında kurban ekseriya bir gayrı-Yahudi'dir ve kanı için öldürülür. Bu zavallı kurbanın kanı akıtıldıktan sonra kurutulur ve toz haline getirilerek üçgen halinde kurabiyelere katılır. Pesah'ta ise bu sefer kurban yedi yaşında bir çocuktur. Damarlarında tek damar kalmayıncaya kadar kan akıtılır. Hazreti İsa gibi çarmıha gerilir, vücudunda yaralar açılır, başına dikenli bir çelenk konur, sünnet edilir.”

Atilhan, kitabının önemli, bir bölümünü, İngiltere’de 1144 yılında, ilk bilinen iğneli fıçı olayından başlayarak geniş bir şekilde, kronolojik bir sıra içinde bu tür olayların tarihçesine ayırmaktadır. Beş aşağı, beş yukarı cinayetlerin işleniş şekli yukarıda açıklandığı gibidir.

Atilhan, “atom çağında da böyle şeyler olur mu?” diye tereddüt edenlere de şu cevabı veriyor: “maalesef oluyor, aradan iki bin sene geçmesine rağmen hadiseler arasında en ufak bir fark yok.

Atilhan’ın çok enteresan bir dini cinayet olarak nitelendirdiği ve sözüm ona Almanya’nın Paderborn kent şehrinde cereyan eden bir olayı aktaralım:

Meyer isminde bir Yahudi kasabın evinde bir Alman kızı hizmetçilik yapmaktaydı. Bu adamın Kurt ismindeki oğlu hizmetçi kıza tecavüz ederek onu hamile bırakır. Kız haklı olarak oğlanın kendisiyle evlenmesini ister. Baba oğul bu konuda söz verirler ancak asıl maksatları kızı ortadan kaldırmaktır. Yahudilerin aklına bir fikir gelir. Madem ki kızı öldüreceklerdir, bari Hamursuz bayramı için kanından istifade edilsin. Bu şekilde kız ortadan kaldırılır. İki gün sonra Yahudi kasap Meyer’in evinin civarında bir miktar insan eti bulunur. Baba ile oğul tutuklanırlar. Yahudi basını bundan basit bir şehvet cinayeti olarak söz eder ve üzerinde durmaz. Bir Yahudi doktor deli raporu verir ve baba tımarhaneye gönderilerek kurtarılır. Oğul cinayeti itiraf eder, cesedi parçalara ayırarak kasap dükkanında et diye sattıklarını, bazı yenmeyecek kısımlarını arsaya fırlattıklarını ve bu parçaların köpekler tarafından caddeye sürüklenerek foyalarının meydana çıkmasına sebep olduğunu açıklar. Mahkeme kasabın oğlunu 15 yıla mahkûm eder. Gazeteler bu vakadan da bahsetmezler. Çünkü Almanya’da o devirde Yahudiler basın dahil her şeye hakimdiler.”

Atılhan, 1933 yılında Hitler’in iktidara geçmesi ile Yahudi parazitlerin “çanına ot takıldığını” ve hakikatlerin anlaşılmaya başlandığını, Yahudi ve Komünistlerin bozguncu hareketlerine Nasyonal-Sosyalist rejim müddetince son verildiğini belirtir.

NAZİ-SİYONİST İLİŞKİLERİ

Diğer yandan Nasyonal-Sosyalizm ile Siyonizm arasında bir işbirliğinden söz eden komplo teorileri de vardır.

Bunun bir örneğine Harun Yahya’nın “Soykırım Yalanı” adlı kitabında rastlıyoruz. Millî Gazetede 11. Kasım.1996’da yayınlanan “Soykırım Yalanı” adlı kitapla ilgili yazıda şu soru soruluyor: Büyük ekonomik ve siyasi gücüne rağmen nasıl olmuş da Yahudiler 6 milyon soydaşlarının yok edilmelerini engelleyememişlerdir?

Söz konusu yazıya göre, Harun Yahya (7) “Soykırım Yalanı” adlı incelemesinde bu sorunun yanıtını getirmekte ve Hitler ile İsrail devletini kurmaya çalışan Siyonistler arasında gizli bir ittifakın varlığını ortaya koymaktadır. Bu kitapta iki gerçek ortaya çıkarılmaktadır. Bunlardan ilki, Hitler ile Yahudileri Filistin’e götürmeye çalışan Siyonistler arasında 1930’lu ve 40’lı yıllar boyunca oldukça detaylı bir işbirliğinin kurulmuş olduğudur. Siyonistler ile Hitler arasında göç anlaşması imzalanmış, buna bağlı olarak Almanya’daki Yahudiler Filistin’e transfer edilmişlerdir.

Yine aynı yazıya göre, savaş sonrası yapılan bazı düzenlemelerle toplama kampları ölüm kampları olarak tanıtılmış ve Yahudilerin gerçek ölüm nedeniyse Nazilerin durdurmaya çalıştığı tifüs salgını olmuştur. Yahudilerin imhası gibi bir eylem hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.

(7) Adnan Oktar ve beraberindeki 176 kişi, "suç işlemek amacıyla örgüt kurma", "çocukların cinsel istismarı" ve "cinsel saldırı" dahil birçok suç iddiasıyla 11 Temmuz 2018'de gözaltına alındı ve daha  birçok suçtan 9 bin 803 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıl(Vikipedi)

 SİYON ÖNDERLERİNİN PROTOKOLLERİ

Eğer bir yazı parçası kitlesel nefreti üretebilseydi, bu o olurdu. Bu kitap yalanlar ve iftiralar hakkındadır”. Elie Wiesel

“Siyon Önderlerinin Protokolleri” (kısaca “Protokoller” diye de bilinir) antisemit edebiyatın en çok satan “best seller”dır. Bu protokollerin Yahudi Bilgelerin yapılan toplantılarının tutanakları olduğu ve bu bilgelerin verdikleri talimatlar ışığında, Yahudilerin Dünya hakimiyetine ulaşması için bir el kitabı özelliği taşıdığı, antisemit çevrelerce iddia edilir.

Protokollerin özetlenmiş ilk örneği Rusya’da, 1903 yılında “Znamia” (Bayrak) gazetesinde tefrik edildi. İki yıl sonra Sergei Aleksandrovich Nilus, tarafından yayınlanan “Büyük içinde küçük- Bir Ortodoks’un Yazıları” adlı kitap, protokollerin ilk ve tam metnini içermekte olup, bu baskının yapıldığı 1905 yılı Protokollerin doğuş tarihi sayılmaktadır. (Protokollerin tam bir kronolojisi yazının sonunda EK-1 olarak verilmiştir)

Nilus’un iddiasına göre, Protokoller Fransızca lisanında yazılmıştı ve tutanaklarda değişik renkte mürekkepler kullanılmış olmasının nedeni de farklı kişilerce kaleme alınmış olmalarıydı.

Protokolleri piyasaya süren yazı ise “Times” dergisinin 8 Mayıs 1920 tarihli nüshasıdır. Bu makalede; “şimdiye kadar hiçbir ırk ve din bundan daha karanlık bir komplo iddiasıyla karşı karşıya gelmedi” yorumu yapılıyordu. Times’daki makale ile “Yahudi’nin Cihan Hakimiyeti” kurmaya yönelik komplo iddiası “tartışılabilecek”, “kabul edilebilecek” bir konuma getiriliyordu. Bu makale ile Protokoller tescilli antisemit çevrelerden çıkıp geniş halk kitlelerine ulaşmaktaydı.

İşin ilginç bir yanı da Times’ın o dönemdeki İstanbul muhabiri Philip Graves’in, makalenin Times’da yayınlanmasından bir yıl sonra, Protokollerin metninin bir intihal, yani başka bir eserden çalıntı olduğunu kanıtlamış olmasıdır. Çalıntı yapılan kitap 1860 tarihinde Cenevre’de yazılmış, Yahudilik ile hiçbir ilgisi bulunmayan, 3. Napolyon’un siyasal rejimine karşı kaleme alınan “Dialogue” adlı bir belgeydi. Bu belge İstanbul’da eski bir Rus mültecisinin sahaflardan aldığı bir yığın eski kitap arasında bulunmuştu. Times şu sonuca ulaşıyordu:

Protokoller Cenevre basımı Dialogue’lardan yapılan bir çalıntıydı. Rusya’da Çar’a baskı yapmak, liberaller ve Yahudilere karşı mücadele etmek için alelacele ve dikkatsizce hazırlanmışlardı. Bazı bölümler de Rus gizli polisince eklenmişti.

Tabi ki tüm bu bulgular Yahudi karşıtlarını fikirlerinden döndürmedi. Bunlar daha da ileri giderek Protokollerin düzmeci olup olmamasının önem taşımadığını, düzmece olsalar bile bir şeyin değişmeyeceğini, ekonomik ve siyasal gelişmelerin protokollerde öngörülenlerin doğruluğunu teyit ettiğini belirtiyorlardı.

Hatta Türkiye’de bile Profesör Hikmet Tanyu “Tarih Boyunca Türkler ve Yahudiler” adlı kitabında Protokollerle ilgili şöyle yazmaktadır: “Siyonistler, Yahudiler telaş ve öfke ile bunu ret etmek istiyorlar. Fakat dünyada vuku bulan olaylar, bu tespit edilen esaslara uymaktadır. Hatta Osmanlı devleti ve bunu takiben Türkiye Cumhuriyeti içinde oynanan oyunlara uygunluk göstermektedir.

Belirtelim ki 1934 yılında İsviçre Yahudi topluluğu “Protokoller”in dağıtımcılarını mahkemeye vermiş ve bu yapıtın düzmece olduğuna karar verilmiştir.

Protokoller Türkiye’de defalarca basılmış, radikal akımların yükselişte olduğu yıllarda baskı sayısı artmıştır. Örneğin kitap 1951-1960 ve 1981-1990 yılları arasında sadece üçer kez yayınlanmışken, 1971-1980 yılları arasında 17 kez ve 1990-1994 yılları arasında da 8 kez yayınlanmış olması dikkat çekicidir. 2016 yılında İlgi Kültür Sanat Yayınları tarafından gerçekleştirilen baskısı D&R’da satılmaktadır.

Türkiye’de Protokoller defalarca basılmış olmasına rağmen, düzmece olduklarına dair tek cevabi yazı, ilk basımından beş yıl sonra Avram Galante tarafından kaleme alınmış, bunun dışında herhangi bir tepki gösterilmemiştir.  


1992 yılında Mustafa Akgün tarafından yayınlanan “Yahudi’nin Tahta Kılıcı” adlı kitabında Protokollere yer verilmiştir. Yazara göre, Siyon liderleri tarafından gerek İslam, gerekse bütün dünyada bozgunculuğu gerçekleştirip Cihan hakimiyetini kurmak için ortaya konup tatbik edilen temel prensiplerin, diğer bir deyişle Yahudi’nin melanet programının” maddeleri özetle şunlardır:

· Genç nesiller ahlaka mugayir telkinlerle ifsat edilmeli (yani bozulmalı)

·      Aile hayatı bozulmalı

·      Sanat zayıflatılarak, edebiyat müstehcen hale sokulmalı

·  Mukaddesata hürmet yıkılmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında reziline vakalar uydurulmalı

·  Sınırsız bir lüks, baş döndürücü modalar icat edilmeli, çılgınca sarfiyat teşvik edilmeli

·      Kalabalıkların vakitleri eğlenceler ve oyunlarla geçiştirilmeli, herkes düşünmekten alıkonmalıdır.

· Fikirler zehirlenmeli, sosyal sınıflar arasında kin ve itimatsızlık sokulmalıdır

· İş sahipleri ile işverenlerin arası bozulmalı, grevler, sabotajlar düzenlenmeli

·      Hayat pahalılığı körüklenmeli

·  Uluslararası meseleler ihdas edilerek milletler arasına kin ve nefret sokulmalı

·     Mali istikrar bozulmalı, iktisadi krizler çoğaltılmalı, enflasyonlara yol açılmalı

Yahudi’nin Cihan hakimiyeti inancının İmam Hatip Liselerine tavsiye edilen “Dinler Tarihi” adlı ders kitabına da girmiş olduğuna ve bu kitapta Sami Sabit Karaman’ın “Yahudi Tarihi ve Siyon Önderlerinin Protokolleri”nin yer aldığına dikkati çekelim. Sami Karaman Protokollerden alıntılar yapmakta ve Holokost’a kuşku ile bakmaktadır.

Görüldüğü gibi Siyon Önderi Protokollerine göre, ortada dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan bir plan bulunmaktadır. Bu planı uygulayacak olan Yahudiler ekonomik gücü ellerinde toplayacak, bunu kullanarak tüm insanlığı sömüreceklerdir. Komplo teorilerine uygun olarak bu entrikacılar, demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını ayaklar altına almakta ve kendi amaçlarına ulaşmak için her türlü “melanet programını” uygulamaktadırlar.

Ortada iki ayrı Siyonizm kavramı vardır. Birincisi İsrail devletinin kurulmasını öngören Herzl Siyonizmi, ikincisi Yahudilerin dünya hakimiyetini öngören Protokol Siyonizmi’dir. İsrail devleti kurulmuş ve çağdaş bir düzen gerçekleşmiştir. Bir anlamda Hertzl Siyonizmi amacına ulaşmıştır. Oysa komplo teorilerinde bir umacı gibi gösterilmeye çalışılan Siyonizm komplo teorilerinin savunucularına göre, tüm dünya hakimiyetini hedef aldığından henüz amacına ulaşmamıştır. Herzel Siyonizmi açıktır, liderleri bellidir. Protokol Siyonizmi ise gizlidir, liderleri belli değildir.

Siyon protokollerinin düzmece bir belge olduğunu, Yahudi düşmanlarınca kaleme alındığını söyleyebiliriz. Hatta onu kara mizahın bir ürünü olarak kabul edebiliriz. Ancak ne yazık ki bu protokollerin günümüzde dahi okunmasına ve köktendinci bağnaz çevrelerce kullanılmasına devam edilmektedir.

YAHUDİLERİN OSMANLI DEVLETİNİ ÇÖKERTME KOMPLOSU

Bilindiği gibi Herzl'in bir Cuma namazından sonra, Yıldız Sarayı’nda, Abdülhamit’in huzuruna alınması 19 Mayıs 1901 yılına rastlar. Dönem Protokollerin ortaya çıktığı dönemdir.


Theodor Herzl, Padişahtan Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmak için toprak talebinde bulunmuş, ancak bu talebi reddedilmiştir. Bu olayı takiben Abdülhamit’in Selanik kökenli dört kişilik bir grup tarafından hak edilmesi ve bu grubun içinde de bir Yahudi’nin, Emanuel Karasso’nun bulunması, Herzl’in talebinin reddedilmesinin karşılığı olarak düşünülmüştür. Ancak söz konusu dört kişinin Mason olması da bu olayın “Yahudi-Dönme- Mason- Siyonist” komplosu olarak nitelendirilmesi için yetmiştir. Ve bu hareket bir “intikam hareketi” olarak nitelendirilmiştir.

Abdülhamit’in hal’i ile başlayan Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci bir yerde İmparatorluğun çöküşünde Yahudilerin etkin bir rol oynadıkları inancının Siyasi İslam’ın belli bir kesiminde yer edinmesine yol açtı. Bu düşünce 2. Dünya Savaşında Filistin’de Osmanlı ordusuna karşı savaşan Yahudi casusların varlığı ile de perçinlenmiştir. Gerek “Siyon Liderleri Protokolleri”, gerekse bu tip olaylar işlerin kötüye gittiği her türlü vesilede de, “Siyonist- Mason- Dönme- Komünist” dörtlüsünün tüm kötülüklerin arkasında aranmasına sebep olmuştur.

Ancak günümüzde komünizmin çökmesinden sonra komplo teorilerinin baş oyuncuları azalmıştır. Genel kanı “Yeni Dünya Düzeni”nde Yahudi kökenli çok uluslu şirketlerin dünyada etkin çevreleri ellerine geçirdikleri ve dünyayı idare etmekte olduğu şeklindedir. Bu görüşün yakın tarihte yayınlanan örneği, “Dünyayı kim yönetiyor? Gizli Dünya Devleti” adlı eserdir. Bu kitap 1996 yılında Millî Gazete tarafından yayınlanmış ve promosyon olarak kupon karşılığı dağıtılmıştır.


Kitap radikal sağ bir örgüt tarafından Amerika’da cep kitabı olarak basılıp dağıtılan bir yazının çevirisidir. İçerik olarak “İnsider” (İçerdekiler) diye adlandırılan bir grup tarafından denetlenen bir “Dünya Hükümeti”nin her şeye egemen olduğu düşüncesi üzerine kuruludur. Bu paranoyak komplo teorisine göre, tüm Amerikan kurumları Yahudi ve Siyonistlerin emrindedir. O dönemde Milli Gazete sürekli olarak okurlarına bu kitabın okunmasını önermişti.

29 Haziran 1996’da Milli Gazete’de Ahmet Akgül imzasıyla yayımlanan bu tür bir yazıda şöyle denmektedir:

Kuran’ın son suresinde ve son ayetinde anlatılan insan sureli şeytanların bugün Siyonist Yahudiler olduğu gerçeğini bu kitap ilginç örnekler ve ispat edici delillerle ortaya koymaktadır. Gizli Dünya devleti, Siyonist Yahudilerin koca dünyayı şeytan adına nasıl yönettikleri akılcı ve inandırıcı bir üslupla anlatılmaktadır. Mason localarından mafya babalarına (…) ABD dolarından uluslararası bankalara (…) Silah sanayinden terör odaklarına (…) Fuhuş bataklığından medya kuruluşlarına kadar pek çok konunun perde arkasını ve Siyonist bağlantısını bilmek isteyenlere Gizli Dünya Devleti bir başvuru kitabıdır.”

SİYASİ İSLAM VE KOMPLO TEORİLERİ

Komplo teorileri Hıristiyan ülkelerde ortaya çıkmış, Müslüman ülkelerde ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de oldukça dar çevrede itibar görmüştür.

Bu teoriler Türkiye’de 1980 yılları ortalarında daha kapsamlı olarak işlenmeye başlanmıştır. Ne var ki bu girişimleri Siyasi İslam hareketinin tümüne mal etmek doğru değildir.

7 ve 9 Ağustos 1996 tarihinde Ali Mustafa Güven Milli Gazete ’de; “Vallahi billahi Yahudi ırkı da etten kemikten yaratıldı!” başlıklı bir yazı dizisi yayınlar. Olayın gelişimi oldukça ilginçtir.

Bu makalede Ali Murat Güven, Yahudilerin çevirdikleri iktidar dolapları ve entrikaların doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, komplo teorilerinin, Yahudi ve Masonlara “insanüstü güçler” atfederek, bu güçlerle mücadele edilemez izleniminin yaratıldığı ve Müslümanlara karamsarlık aşılandığını belirtmekteydi.

Güven, “bütün bir evrenin sevk ve idaresinin Tel Aviv’in emrinde olduğunu” savunacak kadar bu işi sulandıran ve milletlerin iktidar mücadelelerini “Yahudiler ve Ötekiler” şeklinde gayrı ciddi bir platforma çeken bu yaklaşımın Müslümanlarda büyük bir depresyona yol açtığına dikkati çekiyordu.

Yazar gençliğinden şöyle bir örnek vermektedir: “Diyelim ki dev bir reklam panosunun önünden geçiyorsunuz, eğer panonun üzerindeki renkler arasında ‘mavi’ ve ‘beyaz’ varsa, hemen derhal atlardım; Abi bu bisküvileri yeme, baksan renklerine…” derdim.

Özetle yazar Milli Gazete'de, Yahudilerin fırsatçılığını kabul ediyor, ama onlar da etten kemikten yaratılmışlardır demek suretiyle, güçlerinin bu denli abartılmaması gerektiğini belirtiyordu.

Oysa komplo teorilerine ve bu alanda yapılan araştırmaları eleştirirken Ali Murat Güven, “Adnan Hocacılar” diye tanınan ve “Bilim ve Araştırma Vakfı” adı altında hareket eden grubun çok sert tepkilerine hedef oldu.

19 Ağustos 1996 tarihli Milli Gazete’deki Bilim ve Araştırma Vakfı tarafından yayınlanan tekzip yazısında şöyle denmekteydi:

Sayın Necmettin Erbakan’ın istikrarlı siyaset hayatı boyunca dikkat çektiği en önemli tehlike Yahudi- Siyonist- Mason tehlikesi olmuştur… Bilim Araştırma Vakfı tarafından basılan eserler, TBMM çatısı altında da Başbakan tarafından referans olarak gösterilerek milletvekillerine tavsiye edilmiştir.”

Bu yazıda Ali Murat Güven’in Yahudi ve Masonların dünya üzerindeki hakimiyetlerinden bahsedilmesinin Müslümanlara karamsarlık aşıladığı iddiası da şu şekilde yanıtlanmaktaydı:

Kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”

İlginçtir ki, Ali Murat Güven yazısına tepki olarak farklı gazetelerde boy boy tekzip yazılarının yayınlandığı sırada kendisi Erbakan’ın Müslüman ülkeler gerçekleştirilen geziye gazeteci olarak katılmaktaydı. Ancak Adnan Hocacıların gücü ve sert tepkileri karşısında komplo teorilerinin sakıncalarından söz edebilmek cesaretini gösteren Güven, Milli Gazete ‘deki yazarlığına son vermek zorunda kalacaktı. 

(Günümüzde Türkiye'de Komplo Teorileri ile ilgili bilgiler EK-2 olarak yazının sonunda verilmiştir.)

SONUÇ

ADL’nin Komplo Teorileriyle ilgili olarak Sigmund Livingston tarafından sunulan bir raporda, geniş kitlelere Komplo teorilerinin arkasında gizlenen gerçeklerin anlatılması gerektiği, örneğin Ortaçağda Yahudilerin kuyuları zehirledikleri ve veba salgınlarının yayılması gibi yalanların artık revaç görmediği belirtilmekte, antisemitizmle demokrasinin bağdaşmadığı belirtilmekteydi.


Siyon Protokolü Nazi Almanya’sında bir milyon adet basıldı. Gerçekten komplo teorilerine karşı bu komploların hiç var olmadıklarını göstermek, bu saçmalıklara inananları ikna etmek mümkün müdür?

Günümüzden uzaklaşmak için tarihten bir örnek getirelim. Neron Hıristiyanlığın ilk günlerinde Roma’yı yakmış, kent bir günde kül olup gitmişti. Neron şehri Hıristiyanların yaktıklarını iddia etti, onları halkın intikamına teslim etti.

Kesin bir şey vardı, hem halk, hem İmparator suçlamanın gerçek olmadığını biliyordu. Ne var ki çok sayıda Hıristiyan işkence edilerek öldürüldüler. Tarihçi Tacitus, Hıristiyanların yangın çıkarmaktan değil, insanlara karşı olan düşmanlıkları nedeniyle mahkum edildiklerini yazar. Almanya’da da 2.Dünya savaşı arifesinde Meclis binası yakılmış ve müsebbibi Yahudiler sayılmıştı.

Nitekim Sosyalist düşünür Proudhon da; “Yahudiler insanlığın düşmanıdır. O ırkın kökü kazılmalıdır” der.

İnsanların bir komplonun var olduğunu iddia etmeleri için bir azınlığın, Yahudi ve Masonların bir komplo hazırlamaları şart değildir. Bir azınlığın varlığı başlı başına bir komplonun oluşması için yeterlidir. Komplo zihniyeti aksi iddia edilemeyecek bir varsayıma dayanır: Tartışmayacaksın!..

Azınlıklar “günah keçisidir”. Toplumda yaratılan hınç psikolojisi komplo zihniyetine gerekli yakıtı sağlar. Sık sık şöyle dendiği duyulur; “onlar bizden daha zengin”, “onlar bizden daha güçlü”, “burası artık bizim memleketimiz olmaktan çıktı”.

Komplo teorisinde halk kışkırtılır ve saldırganlıklarını yönetebilecekleri bir azınlık hedef olarak gösterilir. Bu topluluk nefret edilen bir düşmandır, şeytani bir yaratıktır, yabancıdır ve artık yabancının insan olduğu bile düşünülmez.

İlginçtir ki, demokrasiden söz edildiğinde Yahudiler unutulmakta, Yahudilerden söz edilirken de ne yazık ki demokrasi unutulmaktadır.

Bu çalışmada elimizden geldiğince bazı bilgileri derlemeye çalıştık. Çevremizde artan antisemitizm karşısında; “acaba kendimizi iyi tanıtamadık” şeklinde mi, yoksa “daha etkin ve doğru bir tanıtım dahi antisemitizmi ve bu tür komplo teorilerinin ortaya çıkmalarını önleyemezdi” diye mi düşünmek gerekir… 

EK-1 PROTOKOLLERİN KRONOLOJİSİ

Bu zaman çizelgesi, modern zamanların en çok dağıtılan Yahudi karşıtı yayını The Protocols of the Elders of Zion’un (Siyon Liderlerin Protokolleri) [kısaca Protokoller olarak bilinir] kronolojisidir. 

(https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/protocols-of-the-elders-of-zion-key-dates)

1864
Fransız politika eleştirmeni Maurice Jooy The Dialogue in Hell Between Machiavelli and Montesquieu. (Machiavelli ile Montesquieu arasında Cehennemde Diyaloglar) adlı kitabı yazdı. Joly’nin kitabında Yahudilerden hiç bahsedilmez ama Protokoller’in büyük bir kısmı onda bulunan fikirler temel alınarak oluşturulmuştur.

1868
Prusyalı yazar Hermann Goedsche, on iki İsrail grubunun Prag Yahudi mezarlığında gizlice toplandığını anlatan Biarritz romanını yayınladı. Goedsche'nin kitabı da, Joly'ninki gibi Protokoller’in uydurulmasında kullanılan fikirleri içeriyordu.

1897–1899
Protokoller’in kökeni hâlâ tartışma konusu olmasına karşın, Paris'te bulunan Rusya gizli polisi (Okhrana) yabancı şube şefi Pyotr Rachovsky yönetiminde uydurulmuş olması pek muhtemeldir.

1903
Protokoller’in, St. Petersburg, Rusya’daki Znamya (Manşet) gazetesinde kısaltılmış bir şeklini yayınlandı.

1905
Rus gizemcisi Sergei Nilus, Protokoller’i, The Great in the Small: The Coming of the Anti-Christ and the Rule of Satan on Earth. (Küçükteki Büyük: Hıristiyan Karşıtlarının Gelişi ve Yeryüzünde Şeytan Yönetimi) adlı kitabına ek olarak aldı. 1917 itibarıyla, Nilus Rusya'da Protokoller’in 4 baskısını yayınladı.

1920
Protokoller’in, Rusça dışında bir dilde ilk baskısı Almanya’da çıkarıldı.

1920
Protokoller Polonya, Fransa, İngiltere ve Birleşik Devletler’de yayınlandı. Bu baskılar Rus İhtilalinin suçlusu olarak Yahudi komplosunu gösteriyordu ve Bolşevikliğin batıya yayılacağı uyarısını yapıyordu.

1920
İngiliz diplomat ve gazeteci, Lucien Wolf, The Jewish Bogey and the Forged Protocols of the Learned Elders of Zion (Yahudi Korkusu ve Bilinen Siyon Liderlerinin Sahte Protokolleri) adlı yayınında, Protokoller’in sahte bir intihal olduğunu gösterdi.1920

Otomobil üreticisi Henry Ford'un sahip olduğu Dearborn Independent Protokoller’in Amerikan versiyonu olan The International Jew (Uluslararası Yahudi) adlı kitabı. The International Jew (Uluslararası Yahudi) bir düzineden fazla dile çevrildi.

16–18 Ağustos, 1921
Gazeteci Phillip Graves, London Times’ta yazdığı makale dizilerinde Protokoller’in intihal olduğunu gösterdi.

1921
New York Herald muhabiri Herman Bernstein The History of a Lie: The Protocols of the Wise Men of Zion, (Bir Yalanın Tarihi: Siyon Bilgelerinin Protokolleri) adlı kitabı yayınladı, Amerikalı okuyuculara Protokoller’in bir aldatmaca olduğunu ilk kez gösterdi.

1923
Nazi teorisyeni Alfred Rosenberg, The Protocols of the Elders of Zion and Jewish World Policy’yi (Siyon Liderlerinin Protokolleri ve Yahudi Dünya Politikası) yazdı. Rosenberg’in kitabı geniş kitlelere ulaştı ve bir yıl içinde üç kez basılması gerekti.

1924
Alman Yahudi Gazeteci Benjamin Segel, Die Protokolle der Weisen von Zion, kritisch beleuchtet (Siyon Liderlerin Protokolleri, Eleştirel Aydınlanma) kitabında Protokoller’in sahte olduğunu gösterdi.

1924
Daha sonra Kamu Aydınlanma ve Propaganda Nazi Bakanı olan, Joseph Goebbels günlüğüne şunu yazdı: “Siyon Bilgelerinin Protokolleri’nin bir sahtekarlık olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte, Protokoller’in özüne inanıyorum ama gerçek olaylara dayandığına inanmıyorum”.

1925–26
Hitler eseri Kavgam’da şunu yazar: “Bu insanların bütün varlığının Siyon Bilgelerinin Protokolleri tarafından gösterilen sürekli bir yalanın temeline dayanması sürdükçe, Yahudiler tarafından sonsuz nefret edildi. . . . Bu kitap insanların ortak malı olduğunda, Yahudi tehdidi kırılmış olarak değerlendirilebilir”.

1927
Henry Ford, “büyük yalan” olarak kabul ettiği Protokoller’i yayınladığı için kamuya bir özür sundu. Ford, The International Jew'in (Uluslararası Yahudi) kalan kopyalarının yakılmasını emretti ve denizaşırı yayıncılardan kitabın basımını durdurmalarını istedi. Ford’un yabancı yayıncılara verdiği direktifler görmezden gelindi.

1933
Naziler Almanya'da iktidara geldi. Nazi Partisi, II. Dünya Savaşı başlamadan önce Protokoller’in en az 23 baskısını yayınladı.

1935
İsviçre Bern’de, bir İsveç Nazi partisinin, Nazi yanlısı kanıt olarak Protokoller’i dolaştırmasına karşı mahkeme açıldı. Duruşmanın yargıcı Walter Meyer, Protokoller’i “saçma manasız” olarak nitelendirdi.

1938
“Radyo Papazı” Peder Charles E. Coughlin, Protokoller’i gazetesi Social Justice’ta (Sosyal Adalet) dizi hâlinde yayınladı.

1943
Protokoller’in bir baskısı Alman işgalindeki Polonya’da yayınlandı.

1964
ABD Senatosu Adalet Komitesi The Protocols of the Elders of Zion: A “Fabricated” Historic Document (Siyon Liderlerinin Protokolleri “Üretilmiş” Bir Tarihi Belge) başlıklı bir rapor yayınladı. Komite kararı: “Alt Komite, Protokoller’i yayanların, Amerika halkı arasında nefret ve ihtilaf oluşturarak Amerikan olmayanlara karşı önyargıyı yayanlar olduğuna inanmaktadır”.

1974
Protokoller, Hindistan’da International Conspiracy Against Indians. (Hintlilere Karşı Uluslararası Komplo) başlığı altında yayınlandı.

1985
Protokoller’in, İslami Propaganda Örgütü tarafından basılan, İngilizce bir baskısı, İran’da çıkarıldı.

1988
İslami Direniş Hareketi’nin (HAMAS) 32. maddesi aşağıdaki şekildedir: “Siyonist Plan sınırsızdır. Filistin’den sonra, Siyonistler Nil’den Fırat’a kadar yayılmayı amaçlamaktadır. Aldıkları bölgeyi sindirdikten sonra, daha fazla yayılmayı amaçlamaktadırlar ve sonra daha da fazla. Planları Protocols of the Elders of Zion’nda (Siyon Liderlerinin Protokolleri) şekillenmiştir ve şimdiki yönetimleri söylediklerinin en iyi kanıtıdır”.

1993
Protokoller’i 1992’de Rusya’da yayınlayan aşırı milliyetçi Rus örgütü Pamyat'ın, bir Moskova duruşmasında Protokoller’in yalan olduğu deklare edilmiştir.

2002
Mısır uydu televizyonu, büyük ölçüde Protokoller’e dayanan Horseman Without a Horse (Atsız Binici) adlı 41 bölümlük mini diziyi yayınlamıştır.

2002
ABD Senatosu, Mısır hükümetini ve diğer Arap devletlerini, hükümet kontrolündeki televizyonlarda Protokoller’i meşru kılacak herhangi bir program yayınlanmasına izin vermemeleri konusunda uyaran bir karar çıkardı.

2003
Hizbullah’ın Al-Manar TV’sinde Al Shatat (Diyaspora) adlı 30 bölümlük bir mini dizi yayınlandı. Dizi, Protokoller’de tanımlandığı gibi bir “küresel Yahudi hükümeti” anlatıyordu.

2003
Mısır’daki İskenderiye Kütüphanesi’nde tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarının sergilendiği bölümde Tevrat'ın yanında Protokoller’in bir kopyası bulunuyor. UNESCO İskenderiye Kütüphane sergisine genel bir kınama yayınladı.

2004
Protokoller, Japonya Okinawa’da yayınlandı.

2005
Protokoller’in Meksiko'da yayınlanan bir baskısı Yahudi soykırımının Siyon Liderleri tarafından İsrail Devletinin kurulması karşılığında yönetildiğini iddia etti.

2005
Suriye Enformasyon Bakanlığı tarafından verilen izinle basılan Siyon Liderlerinin Protokolleri, 11 Eylül 2001’de Birleşik Devletler’deki terörist saldırıların Siyon Liderleri tarafından koordine edildiğini iddia etti.

2007
Protokoller hakkında basit bir internet araştırması yüz binlerce site getirmektedir. 

EK 2- TÜRKİYE’DEKİ KOMPLO TEORİLERİ

Kökenleri ve nedenleri

Komplo teorileriTürk kültür ve siyasetinde sık karşılaşılan olgulardır. Bu tür teorilere duyulan inancın anlaşılması, Türk siyasetini anlamakta önem arz eder. Bu inancın nedenleri arasında Osmanlı İmparatorluğunun kayıp ihtişamının eksikliğinin giderilmesi Türkiye’nin dünyanın az gelişmiş tarafına dahil olarak görülmesine duyulan rahatsızlık ve Türk toplumunun düşük seviyeli medya okuryazarlığı gösterilmiştir.

Türk gazeteci-yazar Mustafa Akyol, komplo teorilerinin Türkiye’de neden yaygın olduğunu açıklarken şu cümlelere başvurur: “Bizi önemli hissettiriyor. Bütün dünya bize karşı komplo kuruyorsa biz çok özel olmalıyız. Bence bu, Türklerin Osmanlı İmparatorluğu’nun kayıp ihtişamının eksikliğini giderme yollarından birisi.” Öte yandan Türk iktisatçı Selim Koru; Türk toplumunun, Türkiye’nin dünyanın az gelişmiş tarafına dahil olarak görülmesinden duyduğu rahatsızlığa dikkat çeker.

Açık Toplum Enstitüsü’nün 2018 tarihli raporuna göre Türk toplumu, medya okuryazarlığı konusunda Avrupa’da sondan ikinci sırada yer almıştır. Bu durumun, Türk toplumunun yalan haberlere karşı korunmasız bir yapıya bürünmesine yol açtığı söylenmiştir. Düşük eğitim seviyesi, düşük okuma alışkanlığı, düşük medya özgürlüğü ve düşük toplumsal güven gibi faktörlerin bir araya gelmesiyle oluşturulmuş puana göre Türkiye sadece Makedonya’nın üzerinde yer alabilmiştir. Reuters Enstitüsü’nün 2018 tarihli Dijital Haber Raporu’na göre Türkiye açık arayla dünyada en fazla yalan haberin yayınlandığı ülke olmuştur.

Ayırıcı özellikleri

Türkiye’deki komplo teorilerinin ayırıcı özelliklerinden birisinin, teorilerin emir-komuta ucunda daima hükümetlerin bulunduğu iddiası olduğu; bu iddianın temelinde de, Türk eğitim sisteminde yer alan aşırı devlet-merkezci dünya görüşünün yer aldığıdır.

Örnekler:

Sevr Sendromu

Sevr Sendromu olarak da anılan, işgalci güçlerin Türk topraklarını bölmeyi amaçladığı korkusu, Cumhuriyet’in 1923 yılındaki ilanından bugüne süregelmiştir.

Üst akıl

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002’de göreve gelişinden bu yana komplo teorileri kamuya yönelik söylemlerde giderek daha fazla yer bulmuştur. Büyük kısmı Recep Tayyip Erdoğan destekçisi olan medya[, ülkenin tüm problemlerini açıklamada sıklıkla “dış aktörlerin Türk milletine karşı kurmuş olduğu komplolar” söylemine başvurmaktadır. 

Bu söylemlerin tamamı; “Erdoğan liderliğinde Türkiye, yüz yıllık kırılganlıktan sonra küresel bir güç olarak yükselmeye başlamıştır. Yeni Türkiye dünyadaki tüm mazlumlar için küresel adaleti temsil ettiği için, dünyanın tüm karanlık hükümdarları Türkiye’nin bu şanlı ilerleyişi karşısında paniğe kapılmışlardır. Bu nedenle tüm piyonlarını Türkiye’yi itibarsızlaştırmakta, zayıflatmakta ve istikrarsızlaştırmakta kullanır olmuşlardır.” şeklindeki egemen bir siyasi anlatıya uyar.

2014 yılında Recep Tayyip Erdoğan; ülke tarafından düşmanca görülen tüm aktörleri ve eylemleri organize etmek suretiyle Türkiye’yi zayıflatmanın ve bölmenin kapsamlı bir arayışı içinde olan sözde emir-komuta odağını işaret etmek için üst akıl terimini ortaya atıp; terimi üstü kapalı olarak Amerika Birleşik Devletleri ile özdeşleştirmiştir.


Erdoğan’ın yanı sıra Sabah gazetesi de IŞİDPKK ve Fethullah Gülen gibi farklı devlet dışı aktörlerin iyi koordine edilmiş bir harekatla aynı anda Türkiye’ye saldırdığı iddiasında bulunmuştur. 2018 itibarı ile Türk medyası tarafından; terörist gruplardan muhalefet partilerine ve faiz oranlarına; Erdoğan hükümetinin karşı durduğu her şey güçlü, yekpare bir düşmanın Türk milletini yok etmek için kullandığı araçlar olarak gösterilmiştir.

Üst akıl söyleminin dikkate değer bir örneği, Şubat 2017’de dönemin Ankara belediye başkanı Melih Gökçek tarafından dile getirilmiştir. Gökçek, Çanakkale’nin batısında meydana gelen depremlerin “karanlık dış güçler” tarafından Türkiye’nin ekonomisini baltalamak için organize edilmiş olabileceğini iddia etmiştir. Daha eski tarihlerde 1996 Gölcük depremi ve Ekim 2011 Van depremi için de benzer şeyler söylenmiş, bu depremlerin Amerika Birleşik Devletleri’nce HAARP kullanılarak gerçekleştirildiği iddia edilmiştir. 2017 boyunca, AKP hükûmeti açık bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri’ni üst akıl olarak isimlendirmiştir. 

Türk lirasının 2010 itibarı ile görülmeye başlayan değer kaybının Erdoğan’a olan desteğin azalmasını amaçlayan karanlık bir grup ile ilişkilendirildiği geniş çaplı bir komplo teorisinin yayıldığı görülmüştür. Mart 2018 tarihli bir ankete göre Türklerin %42’si, AKP seçmeninin de %59’u Türk lirasının değer kaybını yabancı güçlerle ilişkilendirmiştir.

Mart 2018 tarihinde; gazeteci Ömer Turan tarafından, İspanyol Netflix dizisi La Casa De Papel için Netflix Türkiye tarafından çekilen tanıtım videosunun, izleyenlere Gezi Parkı protestolarının ikinci dalgasını yaratmak amacıyla mesaj verdiği iddia edilmiştir. Daha sonra benzer açıklamalar Melih Gökçek tarafınca da dile getirilmiştir.

İsrail’e yönelik komplo teorileri

2006 yılında Türkiye’de görülen Kırım-Kongo kanamalı ateşi salgını üzerine Saadet Partisi Bolu İl Başkanı Abdullah Uzun tarafından hastalığı yayan kenelerin ülkeye İsrailli kadın turistler tarafından sokulduğu iddia edilmiştir.

Mayıs 2012 tarihinde Gaziantep’te köy sakinleri tarafından, ayağına doğa bilimcilerin kuşların göç yollarını izlemek için kullandığı halkalardan takılı, ölü bir Avrupa arı kuşu bulunmuştur. Halkanın üzerinde yazan “İsrail Tel Aviv” yazısının endişelendirdiği köy sakinleri kuşun üzerinde İsrail istihbaratı tarafından bölgeyi gözetlemek için yerleştirilmiş bir mikroçip olabileceğini düşünerek yetkililere haber vermiştir.

Gaziantep Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü Hayvan Sağlığı Şube Müdürü Akif Aslanpay ise "Bu kuşun burnu diğerlerinden çok farklı ve çok açık. Emniyete bilgi verdim. İstihbarattan polisler gelip alacak. Ses ve görüntü amaçlı kullanılmış olabilir. Söz konusu İsrail ise bunu yapabilirler" ifadelerini kullanmıştır. 

BBC muhabiri Jonathan Head, “Türkiye’de inanılması güç çılgın komplo teorileri çok çabuk yayılıyor. İnanılan en yaygın komplo teorileri arasında İsrail’i ilgilendirenler var” diye yazmıştır.

2013’te Elâzığ’da köy sakinleri tarafından ayağına İsrail bandı takılı bir kerkenez bulunmuştur. Kuş ilkin Fırat Üniversitesi sağlık personeli tarafından kayıt belgelerinde “İsrail ajanı” olarak tanımlansa da X-ray testlerini de içeren detaylı bir araştırma sonrası kuşun herhangi bir elektronik ekipman taşımadığı saptanmıştır. Daha sonra kuş, herhangi bir işlem yapılmadan serbest bırakılmıştır.

Haziran 2018 tarihinde Başbakan Binali Yıldırım tarafından İsrail’in 2018 Eurovision Şarkı Yarışması zaferinin sonraki yarışmanın Kudüs’te yapılmasını kesinleştirmek ve dinler arası arbedeyi kızıştırmak için oynanan bir oyun olduğu iddia edilmiştir.

Sıklıkla The Coca-Cola Company’nin İsrail şirketi olduğu iddia edilmiş ve bazılarınca [bu şirketin ürünlerine boykot uygulanmıştır.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27deki_komplo_teorileri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar