KOMPLO TEORİLERİ
YAKUP BAROKAS – YAŞAR LEVENT
Her hakkı saklıdır.
Bu yapıtın aynen ya da özet olarak
hiçbir bölümü, yazarından yazılı izin
alınmadan kullanılamaz
TEMMUZ2021
yaşarlevent@gmail.com
DÜZELTİ: Nelly Barokas
GİRİŞ
1996 yılında Yaşar Levent ve
Yakup Barokas birlikte hazırladığımız bu konferansın aradan 25 yıl geçmesine
rağmen güncelliğini yitirmediğini gördük.
Siyon Liderleri Protokolleri
kitabının yeni baskıları belki artık raflarda daha az görülüyor. Ne var ki kitabın
yaydığı fikirler geniş halk kitleleri tarafından daha fazla benimsenir oldu.
Hatta son yıllarda komplo
teorilerinin sadece antisemit amaçlarla değil, özellikle bazı gelişmiş
ülkelerde siyası bir enstrüman olarak da etkin bir şekilde kullanıldığına
tanıklık ediyoruz.
Bu gözlemlerin ışığında çalışmamızı
gözden geçirerek sosyal ağlarda paylaşmayı uygun gördük. Bunu yaparken
konferansın aslına sadık kaldık, önemli bir güncellemeye gitmedik.
Ancak son yıllardaki gelişmeleri içeren protokollere ilişkin bir kronolojiyi çalışmanın sonunda Ek-1 ve Türkiye’deki durumu Ek-2 olarak aktarıyoruz.
KAVRAM
Komplo teorisi,
bir olayın veya durumun diğer açıklamalar daha olanaklı iken genellikle farklı
politik güdülere sahip, kötücül ve güçlü grupların komplolarına başvurularak
açıklanmasıdır. (1)
Komplo
teorileri, yanlışlamaya direnirler ve döngüsel akıl yürütme ile pekişirler: hem
teoriyi yalanlayan bulgular, hem de teoriyi yalanlayan bulguların doğruluğuna dair
kanıt olarak yorumlanır ve bu da komploların kanıt alanından inanç alanına
geçmelerine yol açar. (2)
Örneğin ABD
Doları banknotu üzerinde yer alan her şeyi gören göz sembolü, bazılarınca
Amerika’nın kurucularının ve İlluminati’nin dahil olduğu bir komplonun
varlığının kanıtı olarak görülmüştür.
Psikolojik
düzlemde, Makyavelizm ve paranoya ile komplocu düşünüş arasında yüksek seviyeli
bir ilişki saptanmıştır. (3)
Komplo, birilerine
karşı yapılan gizli bir anlaşmadır. Tertip veya fesat olarak da bilinir.
Komplo tanımı
itibariyle bir azınlık işidir. Azınlık ise “yabancıdır”; ya yabancılardan
oluşmuştur, ya da yabancı güçlerle ittifak, işbirliği içindedir. Diğer bir
deyişle komplo deyince o işte mutlaka “yabancı parmağı” aramak gerekir.
Bir azınlık
komplo ile ve en önemlisi yabancılarla işbirliği ile suçlanır suçlanmaz derhal,
başka bir şey aramaksızın suçlu tepelenmeye müstahak addedilir.
(1) Goertzel, “Belief in Conspiracy teheories”,
1994, s. 731-742
(2) Barkun Michael (2011). Chasing Phantoms:
Reality, Imagination and Homeland Security Since 9/11. University of North Carolina Press. S.10
(3) Douglas Karen M; Sutton Robbie M. (2011) PDF, British Journal of Social Psychology s. 544-552
Ne yazık ki
komplo teorileri tüm çağ dışı görünümüne ve izlerini ortaçağ karanlıklarına kadar
sürebilmemize rağmen bir eylem yöntemi, gerçek bir teori olarak belirlenmesi yirminci
yüzyıla rastlar. Komplo teorilerinin en korkunç uygulaması Holokost, Yahudi
soykırımıdır.
Ancak “komploculuk”
ifadesinin popülerliği 1980’lerde akademisyen Frank P.Mintz tarafından
artırılmıştır. Mintz’e göre komploculuk, “tarihin akışında komploların
önceliğine duyulan inanç” anlamına gelir. (4)
Komplo teorileri
genelde halkı ikiye ayırır. Bir bölümü temiz, diğeri kirlidir.
Bu bir tiyatro oyununa
benzer. Bir topluluk iyiliksever iken, karşıtları kötülerdir. Entrikalar
çevrilir, korkular, fanteziler ve gizli niyetler ifade eden karakterler
yaratılır. Aynı nefreti paylaşan iki yüzlü kişiler, gizli düzenlerini
gerçekleştirmek için bir araya gelirler. Sahip oldukları güçleri toplumun
zararına kullanmaya başlarlar.
Bu kişilerin
günlük hayatta uyumlu bir şekilde davrandıklarına, hukuka saygı gösterir gibi göründüklerine
aldanmamak gerekir. Bu sadece bir maskedir. Bir piyesteki oyuncular gibi rolleri
paylaşırlar ve perde arkasında işleyecekleri cürümleri hazırlarlar. Geride
ipleri ellerinde tutan, her zaman gizlenmiş ve her şeyi kontrol eden bir
sahneye koyucu vardır.
Bir tarafta dürüst işçi, iyi aile reisi, partisine sadık bir kişinin, diğer yandan bir fesatçı, bir vatan haini veya yabancı bir gücün ajanının olabileceği kabul edilir. Komploda bir araya getirilen kimseler ise birer birey olmanın ötesinde, Siyonizm, Masonluk gibi bir topluluğun üyeleridir. Amaç ise dünya hakimiyetini kurmaktır.
4)Goertzel, “Belief in Conspiracy teheories”, 1994, s. 731-742
TÜRLERİ
Komplo
teorilerinin genelde en yaygın uygulaması yukarıda tanımlanan türü olmasına
karşın değişik düşünürler farklı sınıflandırmalara gitmişlerdir.
Reason dergisi editörü
Jesse Walker beş çeşit komplo teorisi tanımlamışken (5) Michael Barkun üçlü
bir ayırıma gider:
·
Olaylarla ilgili komplo teorileri sınırlı ve iyi tanımlanmış olaylara işaret
eder. Bu tür komplo teorilerine örnek olarak Kennedy suikastı, 11 Eylül ve AIDS’in
günümüzde de de Corona’nın yayılmasıyla ilgili olanlar örnek verilebilir.
· Sistemik komplo teorilerinde komploların geniş amaçları olduğuna ve bir ülkenin, bölgenin veya tüm dünyanın kontrolüne sahip olduğuna inanılır. Bu tür komplo teorilerinde amaçlar kapsamlı olsa da komploların işleyiş biçimi genellikle basittir: kötücül, tek bir organizasyon mevcut kurumların içine sızmaya ve kurumları yıkmaya yarayacak bir planı yürürlüğe koymuştur. Bu tür senaryolar; Yahudilerin, Hıristiyanların, Masonların ve komünizmin sözde entrikalarına odaklan komplo teorilerinde yaygın görülür. (6)
ÜÜst komplo teorileri veya süperkomplo teorileri Barkun’a göre çoklu sözde komploları hiyerarşik bir biçimde birbirine bağlar. En tepede uzak ama her şeye gücü yeten kötücül bir güç mevcuttur.
Güngör Mengi Sabah Gazetesinde yayınlanan bir başyazısında şöyle yazar; (1996)
“Başbakan Erbakan, geçen hafta ülkemizde yapılan İslam Birliği takip komiteleri toplantısında konuklarını üç bin yıl öncesine kadar giden gizli bir dünya devletinin dünyayı yönettiği konusunda uyardı. Erbakan’a göre bu Yahudi kökenli bir melanet organizasyonudur ve bindiğimiz uçağa ve gemiye ödediğimiz paraların yüzde onu bu görünmeyen güce gider.”
Görüldüğü gibi bu sözler basit antisemit bir ifadeden öte açıkça yukarıda belirtilen şekilde komplo teorisinin dile getirilişidir. Ne var ki komplo teorilerinin münhasıran Yahudilikle ilintilendirilmemesi gerekir.
(5) Goertzel, “Belief in Conspiracy teheories”, 1994, s. 731-742(6)Barkun Michael (2011). Chasing
(6) Phantoms: Reality, Imagination and Homeland Security Since 9/11. University of North Carolina Press. S.10
İĞNELİ FIÇI
Biz yine de
kısaca, 20. yüzyıla oranla, komplo teorilerinin amatör bir şekilde kullanıldığı
geçmiş yüzyıllara bir göz atalım. Hepimizin “iğneli fıçı” diye bildiği ilkel,
ama yine de tüyle ürpertici gerçek öykülere…
Kaynak
kitabımız, ünlü bir antisemit olan Cevat Rıfat Atilhan’ın 192 sayfadan oluşan “İğneli
Fıçı” adlı yapıtının 1958 yılındaki baskısı olacaktır. Kitabın ilk baskısı
1937’de gerçekleşmiştir.
“Oysa Hamursuza ait cinayetler çoktur ve malumdur” diye devam eder Atilhan. Ona göre; “Talmud, mensuplarına, Yahudi olmayanların katlini emreder… Arkeolojik kazılarda, İbrani mabetlerinde çocuk cesetlerinin bulunduğu resimler çekilmiştir… Yahudi'nin nihai gayesi, Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı yok etmek, Yahudi saltanatını kurmaktır.
Yahudilerin cinayet
ayinleriyle ilgili iki mukaddes bayram günü vardır. 1) Purim Bayramı, 2) Musevi Paskalyası.
Purim Bayramında kurban ekseriya bir gayrı-Yahudi'dir ve kanı için öldürülür. Bu
zavallı kurbanın kanı akıtıldıktan sonra kurutulur ve toz haline getirilerek
üçgen halinde kurabiyelere katılır. Pesah'ta ise bu sefer kurban yedi yaşında
bir çocuktur. Damarlarında tek damar kalmayıncaya kadar kan akıtılır. Hazreti
İsa gibi çarmıha gerilir, vücudunda yaralar açılır, başına dikenli bir çelenk
konur, sünnet edilir.”
Atilhan,
kitabının önemli, bir bölümünü, İngiltere’de 1144 yılında, ilk bilinen iğneli
fıçı olayından başlayarak geniş bir şekilde, kronolojik bir sıra içinde bu tür
olayların tarihçesine ayırmaktadır. Beş aşağı, beş yukarı cinayetlerin işleniş
şekli yukarıda açıklandığı gibidir.
Atilhan, “atom
çağında da böyle şeyler olur mu?” diye tereddüt edenlere de şu cevabı
veriyor: “maalesef oluyor, aradan iki bin sene geçmesine rağmen hadiseler
arasında en ufak bir fark yok.”
Atilhan’ın çok
enteresan bir dini cinayet olarak nitelendirdiği ve sözüm ona Almanya’nın Paderborn
kent şehrinde cereyan eden bir olayı aktaralım:
“Meyer
isminde bir Yahudi kasabın evinde bir Alman kızı hizmetçilik yapmaktaydı. Bu
adamın Kurt ismindeki oğlu hizmetçi kıza tecavüz ederek onu hamile bırakır. Kız
haklı olarak oğlanın kendisiyle evlenmesini ister. Baba oğul bu konuda söz
verirler ancak asıl maksatları kızı ortadan kaldırmaktır. Yahudilerin aklına
bir fikir gelir. Madem ki kızı öldüreceklerdir, bari Hamursuz bayramı için
kanından istifade edilsin. Bu şekilde kız ortadan kaldırılır. İki gün sonra Yahudi
kasap Meyer’in evinin civarında bir miktar insan eti bulunur. Baba ile oğul
tutuklanırlar. Yahudi basını bundan basit bir şehvet cinayeti olarak söz eder
ve üzerinde durmaz. Bir Yahudi doktor deli raporu verir ve baba tımarhaneye
gönderilerek kurtarılır. Oğul cinayeti itiraf eder, cesedi parçalara ayırarak
kasap dükkanında et diye sattıklarını, bazı yenmeyecek kısımlarını arsaya
fırlattıklarını ve bu parçaların köpekler tarafından caddeye sürüklenerek
foyalarının meydana çıkmasına sebep olduğunu açıklar. Mahkeme kasabın oğlunu 15
yıla mahkûm eder. Gazeteler bu vakadan da bahsetmezler. Çünkü Almanya’da o
devirde Yahudiler basın dahil her şeye hakimdiler.”
Atılhan, 1933 yılında Hitler’in iktidara geçmesi ile Yahudi parazitlerin “çanına ot takıldığını” ve hakikatlerin anlaşılmaya başlandığını, Yahudi ve Komünistlerin bozguncu hareketlerine Nasyonal-Sosyalist rejim müddetince son verildiğini belirtir.
NAZİ-SİYONİST İLİŞKİLERİ
Diğer yandan Nasyonal-Sosyalizm
ile Siyonizm arasında bir işbirliğinden söz eden komplo teorileri de vardır.
Bunun bir
örneğine Harun Yahya’nın “Soykırım Yalanı” adlı kitabında rastlıyoruz. Millî
Gazetede 11. Kasım.1996’da yayınlanan “Soykırım Yalanı” adlı kitapla ilgili
yazıda şu soru soruluyor: Büyük ekonomik ve siyasi gücüne rağmen nasıl olmuş da
Yahudiler 6 milyon soydaşlarının yok edilmelerini engelleyememişlerdir?
Söz konusu
yazıya göre, Harun Yahya (7) “Soykırım Yalanı” adlı incelemesinde bu
sorunun yanıtını getirmekte ve Hitler ile İsrail devletini kurmaya çalışan Siyonistler
arasında gizli bir ittifakın varlığını ortaya koymaktadır. Bu kitapta iki
gerçek ortaya çıkarılmaktadır. Bunlardan ilki, Hitler ile Yahudileri Filistin’e
götürmeye çalışan Siyonistler arasında 1930’lu ve 40’lı yıllar boyunca oldukça
detaylı bir işbirliğinin kurulmuş olduğudur. Siyonistler ile Hitler arasında
göç anlaşması imzalanmış, buna bağlı olarak Almanya’daki Yahudiler Filistin’e
transfer edilmişlerdir.
Yine aynı yazıya göre, savaş sonrası yapılan bazı düzenlemelerle toplama kampları ölüm kampları olarak tanıtılmış ve Yahudilerin gerçek ölüm nedeniyse Nazilerin durdurmaya çalıştığı tifüs salgını olmuştur. Yahudilerin imhası gibi bir eylem hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.
(7) Adnan Oktar ve beraberindeki 176 kişi, "suç işlemek amacıyla örgüt kurma", "çocukların cinsel istismarı" ve "cinsel saldırı" dahil birçok suç iddiasıyla 11 Temmuz 2018'de gözaltına alındı ve daha birçok suçtan 9 bin 803 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. (Vikipedi)
SİYON ÖNDERLERİNİN PROTOKOLLERİ
“Siyon
Önderlerinin Protokolleri” (kısaca “Protokoller” diye de bilinir) antisemit
edebiyatın en çok satan “best seller”dır. Bu protokollerin Yahudi Bilgelerin
yapılan toplantılarının tutanakları olduğu ve bu bilgelerin verdikleri
talimatlar ışığında, Yahudilerin Dünya hakimiyetine ulaşması için bir el kitabı
özelliği taşıdığı, antisemit çevrelerce iddia edilir.
Protokollerin
özetlenmiş ilk örneği Rusya’da, 1903 yılında “Znamia” (Bayrak) gazetesinde
tefrik edildi. İki yıl sonra Sergei Aleksandrovich Nilus, tarafından yayınlanan
“Büyük içinde küçük- Bir Ortodoks’un Yazıları” adlı kitap, protokollerin ilk ve
tam metnini içermekte olup, bu baskının yapıldığı 1905 yılı Protokollerin doğuş
tarihi sayılmaktadır. (Protokollerin tam bir kronolojisi yazının sonunda EK-1
olarak verilmiştir)
Nilus’un iddiasına göre, Protokoller Fransızca lisanında yazılmıştı ve tutanaklarda değişik renkte mürekkepler kullanılmış olmasının nedeni de farklı kişilerce kaleme alınmış olmalarıydı.
Protokolleri piyasaya süren yazı ise “Times” dergisinin 8 Mayıs 1920 tarihli nüshasıdır. Bu makalede; “şimdiye kadar hiçbir ırk ve din bundan daha karanlık bir komplo iddiasıyla karşı karşıya gelmedi” yorumu yapılıyordu. Times’daki makale ile “Yahudi’nin Cihan Hakimiyeti” kurmaya yönelik komplo iddiası “tartışılabilecek”, “kabul edilebilecek” bir konuma getiriliyordu. Bu makale ile Protokoller tescilli antisemit çevrelerden çıkıp geniş halk kitlelerine ulaşmaktaydı.
İşin ilginç bir yanı da Times’ın o dönemdeki İstanbul muhabiri Philip Graves’in, makalenin Times’da yayınlanmasından bir yıl sonra, Protokollerin metninin bir intihal, yani başka bir eserden çalıntı olduğunu kanıtlamış olmasıdır. Çalıntı yapılan kitap 1860 tarihinde Cenevre’de yazılmış, Yahudilik ile hiçbir ilgisi bulunmayan, 3. Napolyon’un siyasal rejimine karşı kaleme alınan “Dialogue” adlı bir belgeydi. Bu belge İstanbul’da eski bir Rus mültecisinin sahaflardan aldığı bir yığın eski kitap arasında bulunmuştu. Times şu sonuca ulaşıyordu:
Protokoller Cenevre basımı Dialogue’lardan yapılan bir çalıntıydı. Rusya’da Çar’a baskı yapmak, liberaller ve Yahudilere karşı mücadele etmek için alelacele ve dikkatsizce hazırlanmışlardı. Bazı bölümler de Rus gizli polisince eklenmişti.
Tabi ki tüm bu bulgular Yahudi karşıtlarını fikirlerinden döndürmedi. Bunlar daha da ileri giderek Protokollerin düzmeci olup olmamasının önem taşımadığını, düzmece olsalar bile bir şeyin değişmeyeceğini, ekonomik ve siyasal gelişmelerin protokollerde öngörülenlerin doğruluğunu teyit ettiğini belirtiyorlardı.
Hatta Türkiye’de bile Profesör Hikmet Tanyu “Tarih Boyunca Türkler ve Yahudiler” adlı kitabında Protokollerle ilgili şöyle yazmaktadır: “Siyonistler, Yahudiler telaş ve öfke ile bunu ret etmek istiyorlar. Fakat dünyada vuku bulan olaylar, bu tespit edilen esaslara uymaktadır. Hatta Osmanlı devleti ve bunu takiben Türkiye Cumhuriyeti içinde oynanan oyunlara uygunluk göstermektedir.”
Belirtelim ki 1934 yılında İsviçre Yahudi topluluğu “Protokoller”in dağıtımcılarını mahkemeye vermiş ve bu yapıtın düzmece olduğuna karar verilmiştir.
Protokoller Türkiye’de defalarca basılmış, radikal akımların yükselişte olduğu yıllarda baskı sayısı artmıştır. Örneğin kitap 1951-1960 ve 1981-1990 yılları arasında sadece üçer kez yayınlanmışken, 1971-1980 yılları arasında 17 kez ve 1990-1994 yılları arasında da 8 kez yayınlanmış olması dikkat çekicidir. 2016 yılında İlgi Kültür Sanat Yayınları tarafından gerçekleştirilen baskısı D&R’da satılmaktadır.
Türkiye’de Protokoller defalarca basılmış olmasına rağmen, düzmece olduklarına dair tek cevabi yazı, ilk basımından beş yıl sonra Avram Galante tarafından kaleme alınmış, bunun dışında herhangi bir tepki gösterilmemiştir.
1992 yılında Mustafa Akgün tarafından yayınlanan “Yahudi’nin Tahta Kılıcı” adlı kitabında Protokollere yer verilmiştir. Yazara göre, Siyon liderleri tarafından gerek İslam, gerekse bütün dünyada bozgunculuğu gerçekleştirip Cihan hakimiyetini kurmak için ortaya konup tatbik edilen temel prensiplerin, diğer bir deyişle Yahudi’nin melanet programının” maddeleri özetle şunlardır:
· Genç nesiller ahlaka mugayir telkinlerle ifsat
edilmeli (yani bozulmalı)
·
Aile hayatı bozulmalı
·
Sanat zayıflatılarak, edebiyat müstehcen hale
sokulmalı
· Mukaddesata hürmet yıkılmalı, hürmetle anılan
kimseler hakkında reziline vakalar uydurulmalı
· Sınırsız bir lüks, baş döndürücü modalar icat
edilmeli, çılgınca sarfiyat teşvik edilmeli
·
Kalabalıkların vakitleri eğlenceler ve
oyunlarla geçiştirilmeli, herkes düşünmekten alıkonmalıdır.
· Fikirler zehirlenmeli, sosyal sınıflar
arasında kin ve itimatsızlık sokulmalıdır
· İş sahipleri ile işverenlerin arası bozulmalı,
grevler, sabotajlar düzenlenmeli
·
Hayat pahalılığı körüklenmeli
· Uluslararası meseleler ihdas edilerek milletler
arasına kin ve nefret sokulmalı
· Mali istikrar bozulmalı, iktisadi krizler
çoğaltılmalı, enflasyonlara yol açılmalı
Yahudi’nin
Cihan hakimiyeti inancının İmam Hatip Liselerine tavsiye edilen “Dinler Tarihi”
adlı ders kitabına da girmiş olduğuna ve bu kitapta Sami Sabit Karaman’ın
“Yahudi Tarihi ve Siyon Önderlerinin Protokolleri”nin yer aldığına dikkati
çekelim. Sami Karaman Protokollerden alıntılar yapmakta ve Holokost’a kuşku ile
bakmaktadır.
Görüldüğü gibi Siyon
Önderi Protokollerine göre, ortada dünyayı ele geçirmeyi amaçlayan bir plan
bulunmaktadır. Bu planı uygulayacak olan Yahudiler ekonomik gücü ellerinde toplayacak,
bunu kullanarak tüm insanlığı sömüreceklerdir. Komplo teorilerine uygun olarak
bu entrikacılar, demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını ayaklar altına
almakta ve kendi amaçlarına ulaşmak için her türlü “melanet programını”
uygulamaktadırlar.
Ortada iki ayrı
Siyonizm kavramı vardır. Birincisi İsrail devletinin kurulmasını öngören Herzl
Siyonizmi, ikincisi Yahudilerin dünya hakimiyetini öngören Protokol Siyonizmi’dir.
İsrail devleti kurulmuş ve çağdaş bir düzen gerçekleşmiştir. Bir anlamda Hertzl
Siyonizmi amacına ulaşmıştır. Oysa komplo teorilerinde bir umacı gibi
gösterilmeye çalışılan Siyonizm komplo teorilerinin savunucularına göre, tüm
dünya hakimiyetini hedef aldığından henüz amacına ulaşmamıştır. Herzel Siyonizmi
açıktır, liderleri bellidir. Protokol Siyonizmi ise gizlidir, liderleri belli
değildir.
Siyon protokollerinin düzmece bir belge olduğunu, Yahudi düşmanlarınca kaleme alındığını söyleyebiliriz. Hatta onu kara mizahın bir ürünü olarak kabul edebiliriz. Ancak ne yazık ki bu protokollerin günümüzde dahi okunmasına ve köktendinci bağnaz çevrelerce kullanılmasına devam edilmektedir.
YAHUDİLERİN OSMANLI DEVLETİNİ ÇÖKERTME KOMPLOSU
Bilindiği gibi Herzl'in bir Cuma namazından sonra, Yıldız Sarayı’nda, Abdülhamit’in huzuruna alınması
19 Mayıs 1901 yılına rastlar. Dönem Protokollerin ortaya çıktığı dönemdir.
Abdülhamit’in
hal’i ile başlayan Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci bir yerde İmparatorluğun
çöküşünde Yahudilerin etkin bir rol oynadıkları inancının Siyasi İslam’ın belli
bir kesiminde yer edinmesine yol açtı. Bu düşünce 2. Dünya Savaşında Filistin’de
Osmanlı ordusuna karşı savaşan Yahudi casusların varlığı ile de
perçinlenmiştir. Gerek “Siyon Liderleri Protokolleri”, gerekse bu tip olaylar
işlerin kötüye gittiği her türlü vesilede de, “Siyonist- Mason- Dönme-
Komünist” dörtlüsünün tüm kötülüklerin arkasında aranmasına sebep olmuştur.
Ancak günümüzde
komünizmin çökmesinden sonra komplo teorilerinin baş oyuncuları azalmıştır.
Genel kanı “Yeni Dünya Düzeni”nde Yahudi kökenli çok uluslu şirketlerin dünyada
etkin çevreleri ellerine geçirdikleri ve dünyayı idare etmekte olduğu
şeklindedir. Bu görüşün yakın tarihte yayınlanan örneği, “Dünyayı kim
yönetiyor? Gizli Dünya Devleti” adlı eserdir. Bu kitap 1996 yılında Millî
Gazete tarafından yayınlanmış ve promosyon olarak kupon karşılığı
dağıtılmıştır.
29 Haziran
1996’da Milli Gazete’de Ahmet Akgül imzasıyla yayımlanan bu tür bir yazıda
şöyle denmektedir:
“Kuran’ın son
suresinde ve son ayetinde anlatılan insan sureli şeytanların bugün Siyonist
Yahudiler olduğu gerçeğini bu kitap ilginç örnekler ve ispat edici delillerle
ortaya koymaktadır. Gizli Dünya devleti, Siyonist Yahudilerin koca dünyayı şeytan
adına nasıl yönettikleri akılcı ve inandırıcı bir üslupla anlatılmaktadır. Mason
localarından mafya babalarına (…) ABD dolarından uluslararası bankalara (…) Silah
sanayinden terör odaklarına (…) Fuhuş bataklığından medya kuruluşlarına kadar
pek çok konunun perde arkasını ve Siyonist bağlantısını bilmek isteyenlere
Gizli Dünya Devleti bir başvuru kitabıdır.”
SİYASİ İSLAM VE
KOMPLO TEORİLERİ
Komplo
teorileri Hıristiyan ülkelerde ortaya çıkmış, Müslüman ülkelerde ve özellikle
Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de oldukça dar çevrede itibar görmüştür.
Bu teoriler Türkiye’de 1980 yılları ortalarında daha kapsamlı olarak işlenmeye başlanmıştır.
Ne var ki bu girişimleri Siyasi İslam hareketinin tümüne mal etmek doğru
değildir.
7 ve 9 Ağustos
1996 tarihinde Ali Mustafa Güven Milli Gazete ’de; “Vallahi billahi Yahudi ırkı
da etten kemikten yaratıldı!” başlıklı bir yazı dizisi yayınlar. Olayın
gelişimi oldukça ilginçtir.
Bu makalede Ali
Murat Güven, Yahudilerin çevirdikleri iktidar dolapları ve entrikaların doğru
olduğunu kabul etmekle birlikte, komplo teorilerinin, Yahudi ve Masonlara “insanüstü
güçler” atfederek, bu güçlerle mücadele edilemez izleniminin yaratıldığı ve
Müslümanlara karamsarlık aşılandığını belirtmekteydi.
Güven, “bütün
bir evrenin sevk ve idaresinin Tel Aviv’in emrinde olduğunu” savunacak
kadar bu işi sulandıran ve milletlerin iktidar mücadelelerini “Yahudiler ve
Ötekiler” şeklinde gayrı ciddi bir platforma çeken bu yaklaşımın Müslümanlarda
büyük bir depresyona yol açtığına dikkati çekiyordu.
Yazar
gençliğinden şöyle bir örnek vermektedir: “Diyelim ki dev bir reklam panosunun
önünden geçiyorsunuz, eğer panonun üzerindeki renkler arasında ‘mavi’ ve
‘beyaz’ varsa, hemen derhal atlardım; Abi bu bisküvileri yeme, baksan
renklerine…” derdim.
Özetle yazar
Milli Gazete'de, Yahudilerin fırsatçılığını kabul ediyor, ama onlar da etten
kemikten yaratılmışlardır demek suretiyle, güçlerinin bu denli abartılmaması
gerektiğini belirtiyordu.
Oysa komplo teorilerine
ve bu alanda yapılan araştırmaları eleştirirken Ali Murat Güven, “Adnan
Hocacılar” diye tanınan ve “Bilim ve Araştırma Vakfı” adı altında
hareket eden grubun çok sert tepkilerine hedef oldu.
19 Ağustos 1996
tarihli Milli Gazete’deki Bilim ve Araştırma Vakfı tarafından yayınlanan
tekzip yazısında şöyle denmekteydi:
“Sayın
Necmettin Erbakan’ın istikrarlı siyaset hayatı boyunca dikkat çektiği en önemli
tehlike Yahudi- Siyonist- Mason tehlikesi olmuştur… Bilim Araştırma Vakfı tarafından
basılan eserler, TBMM çatısı altında da Başbakan tarafından referans olarak
gösterilerek milletvekillerine tavsiye edilmiştir.”
Bu yazıda Ali
Murat Güven’in Yahudi ve Masonların dünya üzerindeki hakimiyetlerinden
bahsedilmesinin Müslümanlara karamsarlık aşıladığı iddiası da şu şekilde
yanıtlanmaktaydı:
“Kafirler
topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”
İlginçtir ki, Ali Murat Güven yazısına tepki olarak farklı gazetelerde boy boy tekzip yazılarının yayınlandığı sırada kendisi Erbakan’ın Müslüman ülkeler gerçekleştirilen geziye gazeteci olarak katılmaktaydı. Ancak Adnan Hocacıların gücü ve sert tepkileri karşısında komplo teorilerinin sakıncalarından söz edebilmek cesaretini gösteren Güven, Milli Gazete ‘deki yazarlığına son vermek zorunda kalacaktı.
(Günümüzde Türkiye'de Komplo Teorileri ile ilgili bilgiler EK-2
olarak yazının sonunda verilmiştir.)
SONUÇ
ADL’nin Komplo
Teorileriyle ilgili olarak Sigmund Livingston tarafından sunulan bir raporda,
geniş kitlelere Komplo teorilerinin arkasında gizlenen gerçeklerin anlatılması
gerektiği, örneğin Ortaçağda Yahudilerin kuyuları zehirledikleri ve veba
salgınlarının yayılması gibi yalanların artık revaç görmediği belirtilmekte, antisemitizmle
demokrasinin bağdaşmadığı belirtilmekteydi.
Günümüzden uzaklaşmak için tarihten bir örnek getirelim. Neron Hıristiyanlığın ilk günlerinde Roma’yı yakmış, kent bir günde kül olup gitmişti. Neron şehri Hıristiyanların yaktıklarını iddia etti, onları halkın intikamına teslim etti.
Kesin bir şey
vardı, hem halk, hem İmparator suçlamanın gerçek olmadığını biliyordu. Ne var
ki çok sayıda Hıristiyan işkence edilerek öldürüldüler. Tarihçi Tacitus,
Hıristiyanların yangın çıkarmaktan değil, insanlara karşı olan düşmanlıkları
nedeniyle mahkum edildiklerini yazar. Almanya’da da 2.Dünya savaşı arifesinde
Meclis binası yakılmış ve müsebbibi Yahudiler sayılmıştı.
Nitekim Sosyalist düşünür Proudhon da; “Yahudiler insanlığın düşmanıdır. O ırkın kökü
kazılmalıdır” der.
İnsanların bir
komplonun var olduğunu iddia etmeleri için bir azınlığın, Yahudi ve Masonların
bir komplo hazırlamaları şart değildir. Bir azınlığın varlığı başlı başına bir
komplonun oluşması için yeterlidir. Komplo zihniyeti aksi iddia edilemeyecek
bir varsayıma dayanır: Tartışmayacaksın!..
Azınlıklar
“günah keçisidir”. Toplumda yaratılan hınç psikolojisi komplo zihniyetine
gerekli yakıtı sağlar. Sık sık şöyle dendiği duyulur; “onlar bizden daha
zengin”, “onlar bizden daha güçlü”, “burası artık bizim memleketimiz olmaktan
çıktı”.
Komplo
teorisinde halk kışkırtılır ve saldırganlıklarını yönetebilecekleri bir azınlık
hedef olarak gösterilir. Bu topluluk nefret edilen bir düşmandır, şeytani bir
yaratıktır, yabancıdır ve artık yabancının insan olduğu bile düşünülmez.
İlginçtir ki,
demokrasiden söz edildiğinde Yahudiler unutulmakta, Yahudilerden söz edilirken
de ne yazık ki demokrasi unutulmaktadır.
Bu çalışmada elimizden geldiğince bazı bilgileri derlemeye çalıştık. Çevremizde artan antisemitizm karşısında; “acaba kendimizi iyi tanıtamadık” şeklinde mi, yoksa “daha etkin ve doğru bir tanıtım dahi antisemitizmi ve bu tür komplo teorilerinin ortaya çıkmalarını önleyemezdi” diye mi düşünmek gerekir…
EK-1
PROTOKOLLERİN KRONOLOJİSİ
Bu zaman çizelgesi, modern zamanların en çok dağıtılan Yahudi karşıtı yayını The Protocols of the Elders of Zion’un (Siyon Liderlerin Protokolleri) [kısaca Protokoller olarak bilinir] kronolojisidir.
(https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/protocols-of-the-elders-of-zion-key-dates)
Otomobil üreticisi Henry Ford'un
sahip olduğu Dearborn Independent Protokoller’in Amerikan
versiyonu olan The International Jew (Uluslararası Yahudi) adlı
kitabı. The International Jew (Uluslararası Yahudi) bir düzineden
fazla dile çevrildi.
EK 2- TÜRKİYE’DEKİ KOMPLO TEORİLERİ
Kökenleri ve nedenleri
Komplo teorileri, Türk kültür ve siyasetinde sık karşılaşılan olgulardır. Bu tür
teorilere duyulan inancın anlaşılması, Türk siyasetini anlamakta önem arz eder.
Bu inancın nedenleri arasında Osmanlı
İmparatorluğu’nun kayıp ihtişamının eksikliğinin giderilmesi Türkiye’nin dünyanın
az gelişmiş tarafına dahil olarak görülmesine duyulan rahatsızlık ve Türk
toplumunun düşük seviyeli medya okuryazarlığı gösterilmiştir.
Türk gazeteci-yazar Mustafa Akyol, komplo teorilerinin
Türkiye’de neden yaygın olduğunu açıklarken şu cümlelere başvurur: “Bizi
önemli hissettiriyor. Bütün dünya bize karşı komplo kuruyorsa biz çok özel
olmalıyız. Bence bu, Türklerin Osmanlı İmparatorluğu’nun kayıp ihtişamının
eksikliğini giderme yollarından birisi.” Öte yandan Türk iktisatçı Selim
Koru; Türk toplumunun, Türkiye’nin dünyanın az gelişmiş tarafına dahil olarak
görülmesinden duyduğu rahatsızlığa dikkat çeker.
Açık
Toplum Enstitüsü’nün 2018 tarihli raporuna göre Türk
toplumu, medya okuryazarlığı konusunda Avrupa’da
sondan ikinci sırada yer almıştır. Bu durumun, Türk toplumunun yalan haberlere karşı korunmasız bir
yapıya bürünmesine yol açtığı söylenmiştir. Düşük eğitim seviyesi, düşük okuma
alışkanlığı, düşük medya özgürlüğü ve düşük toplumsal güven gibi faktörlerin
bir araya gelmesiyle oluşturulmuş puana göre Türkiye sadece Makedonya’nın
üzerinde yer alabilmiştir. Reuters Enstitüsü’nün
2018 tarihli Dijital Haber Raporu’na göre Türkiye açık arayla dünyada en fazla
yalan haberin yayınlandığı ülke olmuştur.
Ayırıcı özellikleri
Türkiye’deki komplo teorilerinin ayırıcı özelliklerinden birisinin,
teorilerin emir-komuta ucunda daima hükümetlerin bulunduğu iddiası olduğu; bu
iddianın temelinde de, Türk eğitim sisteminde yer alan aşırı devlet-merkezci
dünya görüşünün yer aldığıdır.
Örnekler:
Sevr
Sendromu
Sevr Sendromu olarak da anılan, işgalci güçlerin
Türk topraklarını bölmeyi amaçladığı korkusu, Cumhuriyet’in 1923 yılındaki
ilanından bugüne süregelmiştir.
Üst akıl
Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin 2002’de göreve gelişinden bu yana komplo
teorileri kamuya yönelik söylemlerde giderek daha fazla yer bulmuştur. Büyük
kısmı Recep Tayyip Erdoğan destekçisi
olan medya[,
ülkenin tüm problemlerini açıklamada sıklıkla “dış aktörlerin Türk milletine
karşı kurmuş olduğu komplolar” söylemine başvurmaktadır.
Bu söylemlerin tamamı; “Erdoğan liderliğinde
Türkiye, yüz yıllık kırılganlıktan sonra küresel bir güç olarak yükselmeye
başlamıştır. Yeni Türkiye dünyadaki tüm mazlumlar için küresel adaleti temsil
ettiği için, dünyanın tüm karanlık hükümdarları Türkiye’nin bu şanlı ilerleyişi
karşısında paniğe kapılmışlardır. Bu nedenle tüm piyonlarını Türkiye’yi
itibarsızlaştırmakta, zayıflatmakta ve istikrarsızlaştırmakta kullanır
olmuşlardır.” şeklindeki egemen bir siyasi anlatıya uyar.
2014 yılında Recep Tayyip Erdoğan; ülke
tarafından düşmanca görülen tüm aktörleri ve eylemleri organize etmek suretiyle
Türkiye’yi zayıflatmanın ve bölmenin kapsamlı bir arayışı içinde olan sözde
emir-komuta odağını işaret etmek için üst akıl terimini ortaya atıp; terimi
üstü kapalı olarak Amerika
Birleşik Devletleri ile özdeşleştirmiştir.
Erdoğan’ın yanı sıra Sabah gazetesi de IŞİD, PKK ve Fethullah Gülen gibi
farklı devlet dışı aktörlerin iyi koordine edilmiş bir harekatla aynı anda
Türkiye’ye saldırdığı iddiasında bulunmuştur. 2018 itibarı ile Türk
medyası tarafından; terörist gruplardan muhalefet
partilerine ve faiz oranlarına;
Erdoğan hükümetinin karşı durduğu her şey güçlü, yekpare bir düşmanın Türk
milletini yok etmek için kullandığı araçlar olarak gösterilmiştir.
Üst akıl söyleminin dikkate değer bir örneği, Şubat
2017’de dönemin Ankara belediye
başkanı Melih Gökçek tarafından
dile getirilmiştir. Gökçek, Çanakkale’nin
batısında meydana gelen depremlerin “karanlık dış güçler” tarafından
Türkiye’nin ekonomisini baltalamak için organize edilmiş olabileceğini iddia
etmiştir. Daha eski tarihlerde 1996 Gölcük depremi ve Ekim 2011
Van depremi için de benzer şeyler söylenmiş, bu
depremlerin Amerika Birleşik Devletleri’nce HAARP kullanılarak
gerçekleştirildiği iddia edilmiştir. 2017 boyunca, AKP hükûmeti açık bir
şekilde Amerika Birleşik Devletleri’ni üst akıl olarak isimlendirmiştir.
Türk lirasının 2010
itibarı ile görülmeye başlayan değer kaybının Erdoğan’a olan desteğin
azalmasını amaçlayan karanlık bir grup ile ilişkilendirildiği geniş çaplı bir
komplo teorisinin yayıldığı görülmüştür. Mart 2018 tarihli bir ankete göre
Türklerin %42’si, AKP seçmeninin de %59’u Türk lirasının değer kaybını yabancı
güçlerle ilişkilendirmiştir.
Mart 2018 tarihinde; gazeteci Ömer Turan
tarafından, İspanyol Netflix dizisi La Casa De Papel için
Netflix Türkiye tarafından çekilen tanıtım videosunun, izleyenlere Gezi Parkı protestolarının ikinci
dalgasını yaratmak amacıyla mesaj verdiği iddia edilmiştir. Daha sonra
benzer açıklamalar Melih Gökçek tarafınca da dile getirilmiştir.
İsrail’e
yönelik komplo teorileri
2006 yılında Türkiye’de görülen Kırım-Kongo
kanamalı ateşi salgını üzerine Saadet Partisi Bolu
İl Başkanı Abdullah Uzun tarafından hastalığı yayan kenelerin ülkeye İsrailli
kadın turistler tarafından sokulduğu iddia edilmiştir.
Mayıs 2012 tarihinde Gaziantep’te
köy sakinleri tarafından, ayağına doğa bilimcilerin kuşların
göç yollarını izlemek için kullandığı halkalardan takılı, ölü bir Avrupa arı kuşu bulunmuştur.
Halkanın üzerinde yazan “İsrail Tel Aviv”
yazısının endişelendirdiği köy sakinleri kuşun üzerinde İsrail istihbaratı
tarafından bölgeyi gözetlemek için yerleştirilmiş bir mikroçip olabileceğini
düşünerek yetkililere haber vermiştir.
Gaziantep Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü
Hayvan Sağlığı Şube Müdürü Akif Aslanpay ise "Bu kuşun burnu
diğerlerinden çok farklı ve çok açık. Emniyete bilgi verdim. İstihbarattan
polisler gelip alacak. Ses ve görüntü amaçlı kullanılmış olabilir. Söz konusu
İsrail ise bunu yapabilirler" ifadelerini kullanmıştır.
BBC muhabiri
Jonathan Head, “Türkiye’de inanılması güç çılgın komplo teorileri çok çabuk
yayılıyor. İnanılan en yaygın komplo teorileri arasında İsrail’i
ilgilendirenler var” diye yazmıştır.
2013’te Elâzığ’da
köy sakinleri tarafından ayağına İsrail bandı takılı bir kerkenez bulunmuştur.
Kuş ilkin Fırat Üniversitesi sağlık
personeli tarafından kayıt belgelerinde “İsrail ajanı” olarak tanımlansa
da X-ray testlerini
de içeren detaylı bir araştırma sonrası kuşun herhangi bir elektronik ekipman
taşımadığı saptanmıştır. Daha sonra kuş, herhangi bir işlem yapılmadan serbest
bırakılmıştır.
Haziran 2018 tarihinde Başbakan Binali Yıldırım tarafından
İsrail’in 2018
Eurovision Şarkı Yarışması zaferinin sonraki yarışmanın Kudüs’te
yapılmasını kesinleştirmek ve dinler arası arbedeyi kızıştırmak için oynanan
bir oyun olduğu iddia edilmiştir.
Sıklıkla The
Coca-Cola Company’nin İsrail şirketi olduğu iddia edilmiş ve
bazılarınca [bu şirketin ürünlerine boykot uygulanmıştır.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27deki_komplo_teorileri
Yorumlar
Yorum Gönder